Sosyal Girişimlerden ve Kooperatiflerden Ne Öğrenebiliriz?

Sosyal Girişimlerden ve Kooperatiflerden Ne Öğrenebiliriz?

İçinde Bulunduğumuz Sisteme Eleştiriler Nereden Geliyor?

Kapitalizm bugün dünyadaki hakim sistem ve giderek güçlenmeye devam ediyor. Son beş yüz yılda iyice kökleşen bir sistem haline gelen kapitalizme çevre, toplumsal cinsiyet eşitliği, anarşizm, nazizm gibi birçok yönden eleştiri gelse de, en kapsamlı ve sistematik eleştiriyi Marksizm yapmış, uygulamada ise Sovyet Devrimi ile Marksizm süngüsünü bulmuş bir ideoloji haline gelmişti. Sovyet Devrimi başlı başına bir sorunsaldı. Devrim, Marks’ın öngördüğü gibi gelişmiş kapitalist ülkelerde değil, büyük bir tarım toplumu olan Rusya’da meydana gelmişti. Halbuki Marks, kapitalizmde çelişkilerin keskinleşeceğini, bunun sonucunda devrim olacağını öngörmüştü.

En Güçlü Eleştiri Marks'tan Geldi. Eksiklikleriyle

Marks kültürün, özellikle politik kültürün rolünü atlamıştı. Rusya gibi otoriter geçmişe sahip bir ülkede sosyalizm, Marks’ın öngördüğü kişinin kendisini gerçekleştirebildiği, özgür ve mutlu yaşadığı bir idealden ziyade, toplumsal olarak baskılandığı, çevreyi umursamadığı, sivil toplumun burjuvazinin uzantısı olarak algılandığı ve gücün aşırı merkezileştirildiği bir yapıya döndü. Özellikle Avrupa’da Macaristan ve Çekoslavakya’daki yerinden yönetim taleplerinin bastırılması, Aral Gölü’ndeki çevre katliamı gibi nedenlerle birçok sosyalist, sosyalizme yabancılaştı, sosyalizm ahlaki üstünlüğünü kaybetmeye başladı. Sosyalistler artık sosyalizmi de devlet kapitalizmi olarak görmeye başladı. Bu eski sosyalistler, yeni direniş noktaları bulabilecek entelektüel arayışa girişti. Buna girişirken Marksist terminolojiyi altlık olarak kullanmayı ihmal etmediler. Marks eninde sonunda ekonomik altyapının din, toplumsal kurumlar, güç ilişkileri gibi tüm üstyapıyı belirlediğini söylüyordu. Bunların kimisi çevre alanına kayarken, önemli bir kısmı da kooperatifçiliğe yöneldi.

Filozoflar İşbaşında: John Rawls ve Halkların Yasası

Sosyalizmin ahlaki üstünlüğünü kaybetmeye başladığı yıllarda Batı’da da ahlaki bir bunalım vardı. Vietnam Savaşının getirdiği yıkım, ırk ayrımının ABD’de hala en tartışmalı konulardan olması, nükleer silahların gölgesinde yaşamın eleştirilmesi gibi hususlar “Çiçek Çocuklar” diye bilinen hareketi ortaya çıkardı. Watergate Skandalı olarak bilinen Cumhuriyetçilerin, Demokratların seçim karargahına dinleme cihazı yerleştirmesinin ortaya çıkması, ABD tarihinin en büyük ahlaki skandallarından birisi olmuştu. Soğuk Savaşın her iki kampında da ahlaki bunalım vardı. Bu ahlaki bunalımdan çıkışın anahtarını ise, her zaman olduğu gibi bir filozof sağlayacaktı. 1979’da yazdığı ünlü kitabı Halkların Yasası ile John Rawls.

Dizginlerinden Boşalan Bir Sistem

Sonrasında Batı’nın ve kapitalizmin yeniden ahlaki üstünlüğü kazanması ve kapitalizm dışı pazarların üzerine hızlı bir şekilde yüklenmesi oldu. Artık küresel değer zincirleri denilen, küreselleşmenin fetişleştirildiği, mallar, hizmetler ve sermaye için sınırların kaldırılmasına ilişkin baskı yapıldığı, karar alanların karardan etkilenenleri düşünmeden fabrikalarını oraya buraya taşıyabildikleri, bir gecede peşlerinde binlerce işsiz bırakarak ayrılabilecekleri bir dünyanın ortaya çıkarıldığı bir dünyaydı artık. Kapitalizm üretkenlik adına eşitsizliği artırıyordu.

Vaşington Uzlaşısı olarak bilinen bu sisteme hem içeriden hem dışarıdan birçok eleştiri geldi. Bu eleştirilerin bir kısmı milliyetçi, korumacı ve dışlayıcıydı. Bir kısmı ise yapıcı, çoğulcu ve kapsayıcıydı. İkinci kısımda olanların bir kısmı kendilerini piyasa araçlarıyla daha etkili ifade edebilen, Marks’ın öngördüğü çelişkilerin keskinleşmesinin önünde tampon işlevi görecek sosyal girişim veya sosyal işletmeler ortaya çıkarmaya çalıştılar. Bunlar daha piyasa bazlı çözümleri öngörmekteydi. Diğer bir kısım ise, kooperatifler gibi daha katılımcı, yerelci ve eşitlikçi yapıları kurmaya çalıştı. Bazı durumlarda ise, iki taraf da birbirinden bazı kavramları ve kurumları ödünç aldı.

İdeolojilerin Öldüğü Bir Dünyada Yeni İnsan Dostu Sistem Arayışları

Sosyal girişimciliğe bakarsak. Bu kavramın geçmişi 1960’larda oluşturulan altlığa dayanıyor. Bunun meşrulaştırıldığı 1960 civarında yazılan Tragedy of Commons - Ortak Kullanılan Alanların Trajedisi diye bir çalışma var. Bu yaklaşım Friedmancı parasalcı ekonomistlerin yükselişiyle birlikte ortaya çıktı. Yaklaşımın özeti ise ortada bir mera bulunuyor. Herkesin ineği keçisi koyunu var herkes daha fazla otlatıp merayı kurutmak ister çünkü herkes daha fazla süt almak ister. O yüzden merayı özelleştirelim ki, herkes kendi malını korumak isteyeceği için merayı da korumuş oluruz. Neoliberalizmin de zemini olan bu yaklaşım gittikçe güçleniyor ve piyasa tüm sorunlara deva olarak algılanmaya başlanıyor. 1980’lere gelindiğinde artık sosyal girişimciliğin bu kavramlarla formülize edildiği ve dünyadaki halen en etkili sosyal girişimcilik ağı olan Ashoka’nın kurulduğu görülüyor.

Piyasa Bazlı Bir Çözüm. Sosyal Girişimcilik

Sosyal girişimcilik kamu, özel, sivil toplum yanında dördüncü sektör olarak görülüyor. Sosyal girişimcilik ve sivil toplum geleneksel olarak zaten çelişkilerin keskinleşmesini engellemede bir tampon bölge gibi ama sosyal girişimciliğin asıl kritik noktası bütün sorunları piyasa bazlı çözmeye çalışması. Bu durum Avrupa Birliği’nin karbon ticareti gibi yaklaşımlarda da baskın. Piyasa bazlı bu yaklaşımda “Neden çevre sorunu var?” dediğinde cevabı “Yeterince piyasa yok.” oluyor. Eğer biz yeterli piyasa mekanizmaları kurabilirsek karbon salınımına ilişkin yani alım satım ayaklarını kurabilirsek o zaman çevre sorunu olmayacak. Ön kabulü bu. Sosyal girişimcilik buna istisna değil. Birçok şeyi piyasa bazlı çözen çözmeyi düşünen bir mekanizma. Sosyal girişimcilik ayrıca sosyal girişimciyi piyasadaki herhangi bir girişimci gibi idealize ediyor, rockstar gibi pazarlıyor, iletişim kampanyaları tasarlıyor ve kişiye bağımlı yapıları önce çıkarıyor. Ortak kullanılan alanların trajedisi aslında bu özelleştirme dalgasının ve neoliberal piyasaların amentüsü. Sosyal işletme ve sosyal girişimcilik de önemli bir yüz gerdirmesi bunun. Bu açıdan ben bu sosyal işletme kavramına biraz revizyonist bir bakış açısıyla bakıyorum.

Malın Toplumsallaşmasına Dayalı Bir Çözüm: Kooperatifçilik

Kooperatifler ise tarihte çok daha eski kavramlar. Günümüzde kooperatifler hiç olmadığı kadar önemli. İnsanı ekonomik bir hayvan olarak gören, işbirliği yerine rekabeti öne çıkaran Neoliberalizme direnişin en önemli kaleleri. Tabi kooperatiflerin de bir düşünsel temeli var. Ortak kullanım alanlarının komedisi denilen bu yaklaşım 1980’lerde ortaya çıktı ve ortak kullanılan alanların trajedisine çok kapsamlı bir eleştiri yaptı. Bu düşüncenin öncüsü olan yazarOsmanlı, Hindistan, İsviçre gibi birçok kültüre gidiyor, bakıyor geleneksel ağlar içinde çok yoğun bir şekilde yazılı hukuka gerek kalmadan insanlar aslında çevrenin korunması, sosyal sorunlar gibi birçok konu denge içinde çözüldüğünü görüyor ve anlatıyor.

Kooperatiflerin birçoğu kapitalizmin sorunun asıl kaynağı olduğunun farkında. Kapitalizm insan ilişkileri dahil her şeyi alınıp satılabilir hale getiriyor, geleneksel dayanışma ağlarını yok ediyor. Kooperatifler ise dayanışmacı, katılımcı, insanın insana güvendiği, işbirliği yapabildiği yapıları inşa etmeye çalışıyor. Geleneksel dayanışma ağlarının binlerce yıl boyunca yaptığını modern dünyaya uyarlamaya çalışıyor. Bu ağlar tarihte yalnızca yardımlaşma değil, çevresel sürdürülebilirliği de yüksek oranda garanti altına alan yapılar olmuş. Sorun kooperatiflere göre işte tam da burada, ortak kullanım alanlarının kapitalizmde neredeyse sıfıra indirgenmesinde.

Bugün dünyanın birçok yerinde kooperatifler var. Küresel değer zinciri denilen ve alınan kararlarda yereli, katılımcılığı ve çevresel sürdürülebilirliği önemseyen çok uluslu şirketlere direniyorlar. Dünyadaki toplam ekonomik hacmin kabaca %12’sini kooperatiflerin ürettiği belirtiliyor.

Anlamlı Yaşamı Yeni Dünyada Konumlama

Anlamlı yaşamı arayan bireylerin de rekabet, çatışma, vb. tüm kapitalist diktelere ve amentülere inat, sadece insan olmaktan kaynaklı tarihten öğrendiği işbirliği, yardımlaşma ve dayanışma ağlarını inşa etmesi gerekli. Bunun da yolu, ideolojinin ötesinde, etkili bir düşünsel duruş, bu duruşa uygun bir yaşam stilinin benimsenmesiyle olur. Kooperatifler anlamlı yaşamı arayanların ana pusulası olmaya aday. Sosyal girişimler de hiç yoktan iyi olsa da, piyasa bazlı duruşlarıyla yine de temkinle ele alınması gereken oluşumlar. İşte anlamlı yaşam, bu yaklaşımlardan birisini hayatımızın merkezine oturtmakla olabilir.

Bu yazı, Sosyal Garaj Dönüşüm Öncüsü Abdullah OSKAY tarafından yazılmıştır. 

Yorumlar

Bu makaleye henüz yorum yapılmamıştır.

Yorum Ekle

Sosyal Garaj Dünya'nın Tüm Seslerine ve Renklerine Açıktır

Tüm Soru Görüş ve Önerileriniz İçin Bize Ulaşabilirsiniz.
Bize Ulaşın