Madde ve Enerjiden Ne Öğrenebiliriz?

Madde ve Enerjiden Ne Öğrenebiliriz?

Evrenin tarihi, akış halindeki enerji ve maddenin tarihidir. İnsanın tarihi için de aynı durum geçerli. Bunun üzerine pek düşünmeyiz. İnsanın enerjiyle etkileşimi, dünyanın biçimlenmesi üzerine düşündüğümüzün çok daha fazlasıyla etkilidir.

Bugün hepimiz enerji canavarı gibi enerji tüketiyoruz ama hala enerji açlığı çekiyoruz. Toplumlarımız çoktan enerji oburu olmuş durumda. Bir nesil öncesine göre kişi başı enerji talebimiz en az iki kat artmış halde. Bir de buna nüfusun artmasıyla oluşan enerji talebini de eklediğimizde dünyanın enerji açlığı hakkında bir fikriniz oluşabilir.

Enerji Yaşamın Kaynağı

Enerji demek yaşamın kaynağı demek. Dünya güneşten gelen enerjiyle yaşamı var edebilir. Tüm dünyanın insanları çalışsa bile güneşten gelen bir günlük enerji için on binlerce yıl çalışmak zorundadır. Bitkiler, hayvanlar, denizdeki planktonlar, planktonları yiyen balıklar, bizler tümümüz güneşten gelen bu enerjiye bağımlıyız. Bitkiler ve hayvanlar da enerji için başka bir bitki veya hayvana yaslanır, onu tüketir. Böylece besin zincirleri oluşur. Biz de bitki ve hayvanlara yaslanırız. Onlardan ve güneşten aldığımız enerjiyi de yaşamımızı sürdürmek için kullanırız.

Enerjinin Tarihi

İnsan elinin değmediği doğadaki enerjinin döngüsü kabaca bu. İnsan da bin yıllar boyunca bu döngünün önemsiz bir parçası idi. Ateşi bulunca bu durum yavaş yavaş değişmeye başladı. Ateş, canlı veya ölmüş bitkilerin içindeki depolanmış enerjinin yakılmasıyla ortaya çıkıyordu. Yaklaşık on bin yıl önce gerçekleşen tarım devriminde bile insanın kendi kol gücüne dayanmadan edinebildiği enerji, hayvanların tarla sürülmesinde kullanılan öküzlerden elde edilebiliyordu. Sonrasında su ve yel değirmenlerinden, atlardan ve kızaklar için köpeklerden, tarlaları sürmek için öküzlerden elde edilen enerji de insanın yaşamına girmeye başladı. Enerjinin insan yaşamına etkisine ilişkin kavramsallaştırmayı en iyi Marks yapmıştı: “Su değirmeni feodaliteyi, buhar makinesi burjuvaziyi yarattı.”

Çevre Çalışmalarındaki Anahtar Kavram: Antroposen

İnsanın enerjiye hakimiyeti arttıkça insan çağı denilen antroposen başladı. Bunun ne zaman başladığını belirtmek zor ve farklı kişiler değişik tarihleri bu başlangıç için ifade ediyor. Ben bu dönemin insanoğlunun kendi kol gücü, hayvan gücü ve bitkiden elde edilen enerji dışındaki döneminin tarihini kabaca 1500’den sonrasına tarihliyorum. Bu tarihten önce insanın enerji tüketimi kabaca yer üstündeki kaynaklardan elde edilebiliyordu. 1500’lerden itibaren enerji denilince yeraltından çıkarılan hidrokarbonlar anlaşılmaya başlandı. Hidorkarbonlar insanlığın tarihinde hiç olmadığı kadar ucuz ve bol enerjiyle dünyanın biçimlenmesine yol açtı.

Peki bu hidrokarbonlar ne?

Karbon doğadaki en kararlı ve en fazla bulunan elementlerden birisidir. Hidrojen ise yanıcı özellikleri olan ve serbest gezen bir elementtir. İkisinin birleşmesi ile hidrokarbonlar oluşur. Bunun yakılması ile ortaya enerji çıkar. Hidrokarbonlar aslında doğa yasalarının kusursuz işlememesinden doğmuştur. Bize doğa yasaları kusursuz gibi gelir ve bu kusursuz yasalarla doğanın sürekli dengede olduğu düşünülür ama böyle değildir. Doğa yasaları, başta canlı yaşamı olmak üzere oldukça dengesizdir. Yağışların belirli bir dönemde yoğun olması otların çoğalmasına, besin zincirindeki otçulların sayısının artmasına neden olur. Otçulları yiyen etçiller de bu dönemde bolca avlanabilir ve nüfusları artar. Yağışların azalması otçulların sayısını azaltır, etçiller de av bulamadığı için daha yoğun bir rekabete girer ve sayısı gene düşer.

Görüldüğü gibi, doğa yasaları mükemmel değildir. İşte bu mükemmel olmamadan kaynaklı hidrokarbonlar oluşur. Bakterilerin çözümleyemediği atıklar zaman içinde yer kabuğunun altına birikmiş ve hidrokarbon olmuştur. Hidrokarbon yakıt dediğimiz, yer kabuğunun altında milyonlarca yıl içinde oluşan bu birikintilerdir.

Hidrokarbonların 1500’lü yıllardan itibaren ilk önce kömür, sonrasında ise petrol ve doğalgaz şeklinde çıkarılması dünyayı hiç olmadığı kadar değiştirmiştir. Erişilen ucuz ve bol enerji imkanları dünyayı birçok alanda baştan başa dönüştürmüştür. Bizler bunun yalnızca ulaşım ve lojistikte olduğunu düşünmeye eğilimliyizdir ama fabrikalardaki ucuz enerji olmasa bu kadar üretim ve tüketimin olması mümkün olamazdı. Hidrokarbonların gübre yapımında kullanılması olmasa dünya nüfusundaki bu artışları besleyecek yapılar oluşamazdı. Dolayısıyla hidrokarbonların yüksek oranlı kullanımı önümüze bambaşka bir problemi ortaya çıkardı: “Atıklar.”

Kapitalizmin Görmek İstemediği: Atık Meselesi

Enerji kullanıldıktan sonra uzayın derinliklerine doğru yol alır, gider. Dünyanın uzaydan görünüşündeki hafif kızıllığın kaynağı budur. Kullandığımız enerjiyi işe yaramayan ısı formunda yitiririz. Artık geri dönüştürülmesi de mümkün değildir. Enerji, kabaca toprağın ve maddenin işlenmesinde kullanılır. Bu süreç atık ortaya çıkarır. Atık ise maddenin doğasından kaynaklanan yapısından dolayı uzayda kaybolacak bir veçheye sahip değildir. Madde kullanılır, kullanıldıktan sonra biçim değiştirir ama kaybolmaz. Geri dönüştürülmesi de tümüyle olmasa mümkündür. Geri dönüştürme süreci de ayrıca enerji ve maliyet gerektirir ve çoğu zaman verimli bir süreç olmadığı için birçok madde kullanıldıktan sonra geri dönüştürülmez. Örneğin dünyadaki plastik atıkların yalnızca %9’unun geri dönüştürüldüğü tahmin edilmektedir.

Malthus'un Karamsar Bakışı Haklı mı Çıkıyor?

Enerji ve madde konusundaki durum böyleyken, bizler yer altındaki hidrokarbonları giderek daha fazla çıkarmaya devam ediyoruz. Ormanlık alanları artan nüfusumuzu beslemek için yakıyor, tarlalara çeviriyoruz. Bu tarlalara yine hidrokarbonlarla yaptığımız yapay gübreler yüklüyoruz. Nüfus üzerine çalışmaları bulunan Malthus’un karamsar bakış açısını unutuyoruz. Malthus, beslenme imkanları olduğu sürece nüfus artışının olacağını, doğadaki kaynakların 1,2,3 şeklinde arttığını, nüfusun ise 1,2,4,8 şeklinde üstel arttığını düşünerek, dünyanın artan nüfusunu besleyemeyeceğini ifade ediyordu. Son iki yüzyılda bizler geleneksel kısır döngüyü kırdığımızı düşündük. Ama aslında tam da öyle değil. Bugün dünyada hidrokarbonların 1960’lı yıllarda üretim zirvesini gördüğü, bundan sonra rezervlerin aşağıya doğru azalmaya devam ettiği genel olarak ifade ediliyor. Bu duruma yaklaşık 200 yılda geldik ise, giderek artan enerji talebimiz olduğu sürece bundan sonraki rezervlerimizi 200 yıldan daha erken bir dönemde tüketmemiz olası. Sonrasında yapay gübre de olmazsa bu nüfusu nasıl besleyeceğiz. Giderek karmaşıklaşan toplumlarımızın enerji ihtiyacını nasıl karşılayacağız.

Sorunun Ana Kaynağı: İhtiyacından Fazla Tüketmek

Tüm bunları geçelim, ekonomik büyüme uğruna çevreye verdiğimiz zararları nasıl önleyeceğiz? Bugün bizler çevre sorunlarını genelde kaynakların tükeneceği perspektifinden algılıyoruz. İhtiyacımızdan fazla kaynak tüketmek aslında dünyada devletler arası çekişmelerin ve savaşların kaynağı. Bunu biliyoruz. Örneğin ABD dünyanın nüfusunun %3,5’unu barındırıyor ama dünya kaynaklarının %40’ını tüketiyor. Dolayısıyla bu talepler için savaşmak zorunda değil mi? Kaynaklar kısmını unutsak bile işin bir de atıklar kısmı var. Organik olmayan milyonlarca ton atık bakteriler tarafından ayrıştırılamıyor. Bu atıklar hatta bakterileri boğuyor. Bugün gelişmiş ülkelerde kişi başı atık günde 7 kilogram. Gelişen ülkelerde de kişi başı atık miktarları artıyor. Geri dönüşümün yüksek olduğu sektörlerde en iyi ihtimalle %25’i geri döndürülebiliyor. Gerisi gene atık. Geri dönüşüm de bir yanılsama. Artık geriye tek ama tek bir yöntem kalıyor.

Yapılması Gerekenlerin Reçetesi Belli

İnsanların daha minimalist yaşadığı, meta fetişizmi ile sosyal ilişkileri kurgulamayı bıraktığı, daha eşitlikçi yapılar inşa edebildiği, kaynak kullanımı, sera gazı salınımı ve atıkların ülkeler bazında kişi başına belirli üst limitlerle sınırlandığı, azla yetindiğimiz, büyüme fetişizminden kurtulduğumuz bir dünyayı inşa etmek. Bunu başaramadığımız sürece dünyada insanlığın bin yılı bile yok, olmayacak. Türlerin tarihi bize net bir şekilde gösteriyor. Önce türün sayısında hızlı bir artış, sonrasında ise dramatik bir düşüş.

İnsan aklına güveniyorsak bu süreci tersine çevirmeye çalışmalıyız. Güvenmiyorsak zaten, ki ben aklımıza güvenmek konusunda şüpheliyim gene de şansımı denemek istiyorum, sonucu doğa insan aleyhine belirleyecek.

Bu yazı, Sosyal Garaj Dönüşüm Öncüsü Abdullah OSKAY tarafından yazılmıştır. 

Yorumlar

Bu makaleye henüz yorum yapılmamıştır.

Yorum Ekle

Sosyal Garaj Dünya'nın Tüm Seslerine ve Renklerine Açıktır

Tüm Soru Görüş ve Önerileriniz İçin Bize Ulaşabilirsiniz.
Bize Ulaşın